Faiz tüm iş aleminin ve piyasaların nefret ettiği, dinimizce de günah olan, bir virüstür. Hepimizin arzusu bir an önce sıfırlanmasıdır. Ne var ki bu ancak bütün ekonomik göstergelerin uyumu ile mümkün ve kalıcı olabilir. Zorla olmayacağı, tersine zarar vereceği açıktır. Faizi sıfırlamayı başarmış ülkelere bakılırsa, paralarının değerini uzun yıllar korudukları, enflasyon oranlarının yıllarca aynı kaldığı görülür. Bunu nasıl başardıkları da sır değildir. Yöntemleri ayan beyan ortadadır. Yani niyeti samimi olanın yolu bellidir. 60 yıl önce yardımına gittiğimiz Güney Kore’ye bir bakın. 100 bin km2’de 52 milyon insan yaşıyor. 60 yıl önce balıkçılıkla geçinen ülke. Bugün dünyanın 11. büyük ekonomisi. Faiz %0,75, Enflasyon %0,9, işsizlik %3,1, Milli gelir 36 836 dolar, 2021 asgari ücret 1.795.000 Won yani 1.500 dolar. Bugün 1 dolar 1.188 Won. Güney Kore Won’unun Amerikan doları karşısında son 25 yıllık ortalama değeri ise 1127 Won. değişim oranı -%5. Almanya daha da çarpıcı bir örnek ve karakteristik yapıları farklı pek çok örnek ülke saymak da mümkün. Bugün faizi sıfırın altında olan ülkeler olduğu da ortada. Yetkililerin, dengelerdeki aşırı istikrarsızlığa rağmen ısrarla faizi düşürürken şöyle ifadeleri var. “Birkaç ay sabredilirse önümüz çok aydınlık.”p>
Bu ifade son derece düşündürücü. Birkaç ay sonra ne olacak da önümüz aydınlanacak? Bunun bir umut şeklinde algılanması isteniyor ise, belirsizliğin kaldırılması ve beklenenin ne olduğunun açıklanmasının şart olduğu görülüyor. Mevcut gidişte şaşırtan bir gelişme yok. Faiz düşünce döviz talebi artıyor, piyasaya ateşi söndürecek seviyede döviz sürülemeyince kurlar yükseliyor. Türk lirasının alım gücü düşüyor. Diğer taraftan yüksek kurla temin edilen enerji maliyetleri artıyor ve fiyatları yükseliyor. Bu ise ağırlıklı taşıma maliyetleri ile bağlı olarak hemen her şeyin fiyatını yükseltiyor. İthal ürünlerin ise gerek yüksek döviz kuru gerekse içerdeki şartlar nedeni ile fiyatları yükseliyor. Netice yüksek enflasyon eriyen ücretler, artan işsizlik. Yaşananlar, en basit anlatımı ile bunlar ve bu gidişin sonu iyi değil.
Eğer ihracatınız ithalatınızdan fazla ise yani cari açığınız yok ise, cari fazlanız olup, bütçeniz denk, ödemeler dengeniz sağlıklı ise iç ve dış borçlarınıza ödeme yapabilecek gücünüz olduğu ve yeniden borçlanma ihtiyacınız olmayacağı görünüyor ise döviz rezervleriniz dışardan ya da içerden yapılabilecek spekülasyonları etkisiz kılacak güçte ise, üretim gücünüz ithalata mecbur etmeyecek seviyede ise, faiz oranınızı, enflasyon oranınızı ve paranızın değerini dengeleyebilecek güçtesiniz demektir. Yok biri ya da birkaçı eksikse ya da eksiklerinizi örtecek enerji kaynaklarınız yoksa ya da var olan kendinize yeterli değilse, fazla olup da üretip pazarlama gücüne sahip değilseniz ya da işletme yetileriniz noksansa ve ithalat mecburiyeti duyuyorsanız yukarıdaki rutin ekonomik gidişatı önlemenin tek yolu akıllı, planlı uzun vadeli programlar yapmaktan, tavizsiz ekonomik hedefler belirlemekten geçer. Bizdeki gibi bugünden yarına sürpriz kararlarla olacak tek şey uçurumun derinleşmesi sonucudur.
İşte bu nedenle en üstte yetkililerin söz ettiği “birkaç ay sonra aydınlık” ifadesi merak konusudur. Bu cümleyi kuranların mutlak bir bildiği olsa gerektir. Ancak ülkemizdeki aşırı “güven kaybı” bilinçsizce beklemeyi imkânsız kılıyor ve kaos büyüyor. Bu nedenledir ki cümleyi kuranların insanlara umut vermesi için beklentinin ne olduğunun açıklanmaya muhtaç olduğu görülüyor. Eğer toplum ikna olursa, inanırsa büyüyen sorunlarına rağmen birkaç aydan fazla da bekleyecektir. Kaldı ki temennimiz problemlere çözüm olabilecek gelişmeler olmasıdır. Çünkü parasının değeri bu hızla düşen ekonomilerin ne kadar güç kaybettiklerini ve yeniden toparlanmanın ne kadar zor ve uzun süreler gerektirdiğini gördük. Yine de bizim ülkemiz ve milletimize inancımız tamdır. Eğer doğru adımlar atılırsa ve halkın güveni kazanılırsa geri dönüşünde hızlı olacağına inanıyoruz.
Elbette sarf ettiğimiz cümleler bugüne kadar gördüğümüz, yaşadığımız ekonomik tecrübeler ışığında öğrendiklerimizden ibarettir. Ekonomist değiliz, haddimizi aşmayı istemeyiz. Ancak Allah’ın lütfu ile sahip olduğumuz akıl, düz mantık ile böyle diyor. Bizim görebildiğimiz yeni bir ekonomik toparlanma için ibrenin geri dönüşü adına tek umut “güven sendromundan” kurtulmaktır. Halk uygulamalara güven duyup destek vermeye başlamadan işimiz zor gibi görünüyor.