Geçen hafta üyesi olduğum Bursa Felsefe Kulübü sayfasına düşen bu hikayeyi okurken, sonunda gözlerim yaşardı ve şimdi sizlerle paylaşıyorum. İnanıyorum siz de aynı duygularla okuyacaksınız, gelin o anı beraber yaşayalım;
Seferberliğin ilanıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya giderek, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edildi. 23.Alay’ın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye-Edremit-Çanakkale yoluyla cepheye sevk edildi. Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere, gönderdikleri çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirterek, köylülerin asker için yemek hazırlamalarını, misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamalarını istedi. Böylece yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve ibate(yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu. Aynı şekilde, o yıllarda henüz köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca Muhtar, ‘’Burasının köy olduğuna bakmayın. Burası büyük köydür. Sizin taburun hepsini ağırlayabiliriz, merak etmeyin.’’ deyince askerler köyden ayrıldı. Gerçekten de belirtilen günde Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek hazırlamış, yatacak yerlerini hazırlamışlardı. Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştı. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok çok fazla gelmiş, artmış, hatta ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk yer hazırlayan Havran Muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemişti. Bölük komutanı şöyle anlatıyor:
‘’Ben her zaman, seferi durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlanma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son bir iki evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta, birden, iki büklüm, bastona dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Neredeyse çarpışacaktık. Aklıma çeşitli şeyler geldi. Kadına, ‘’Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?’’ diye sordum. ‘’Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…’’ ‘’Senin evlatların kim?’’
‘’Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlat vereceğim, dediydi. Onlara yataklar hazırladım, gelmediler. Onları arıyorum.’’
Bir tabura göre hazırlık yapan Muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış. O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da ‘’başakçılık’’ deniyordu. Bu nene de böyle birisi olduğu için, Muhtar acımış, ona kimse göndermemişti. Ama nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer hazırlamış, yiyecek hazırlamıştı. Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve girip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım. Kadıncağız nasıl sevindi, görseniz… Ertesi sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, yaşlı bir kadın, bastonuna dayanarak, elinde bir torba ile yanıma geldi. Galiba akşam karşılaştığım nene idi. ‘’Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı, onu koydum. Bunları benim asker oğullarıma yedir, e mi?’’
Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendil açtı, içinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı, bana uzattı. ‘’Kumandan oğlum, biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar…Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?’’
Şaşırdım…
‘’Bölük…Bakın neneniz size bütün servetini bağışladı… Bunu ona helal ettirin..!’’ Yürüyüş emrini verdim, nene arkamızdan el sallıyordu…
Bölüğüm o yirmi beş kuruşu helal ettirdi. Yarısından fazlası Çanakkale’de şehit oldu. Bu millet, böyle bir millettir…